© Nazilli Dolunay Gazetesi

"Uzun Hikaye..."

Sevgili Dolunay okurları; Sizleri buradan ilk kez selamlamanın derin heyecanı içindeyim. İlk yazım için seçtiğim başlık benim için çok özel bir anlam ifade ediyor. Evet, "Uzun hikaye..." Niyetim sizleri merakta bırakmak veya kendimi uzun uzun anlatmak değil. Yalnızca içimden geçenleri ve doğruları yazmak... Öyleyse, değerli vaktinizi daha fazla almayayım. Buyrun yazıma geçelim...

Değerli okurlar; "Sen kimsin?", "Bu yazı da neyin nesi?" dediğinizi duyar gibiyim. Dedim ya "Uzun Hikaye..." ama yine de anlatacağım... 

***

Ben de sizler gibi bu toprakların, yani Nazilli'nin bir evladıyım. Sizlerden biriyim. Bir şeyler yazıp çizme heyecanım da bu yüzden. Sizlerle aynı duyguları paylaşmak, dertleşmek, konuşmak ama en çok da doğruları söylemek için huzurunuza geldim. Zaten doğrudan şaşacak olsam burada işim ne? Öyle değil mi..? Takdir sizlerin... Ne de olsa bizler, 'gazeteciler' olarak sizlerin elçisiyiz. 'Huzurunuza gelmek' deyimini de bu yüzden kullandım zaten.

***

"Elçiye zeval olmaz" derler. Zeval olur mu? Olmaz mı? bilmem ama benim niyetim her zaman doğruları söylemek. O yüzden ilk yazısını yazdığım bu köşeme; 'Ters Köşe' adını verdim. Belki kimilerine göre biraz sevimsiz durdu ama olsun. Eee Dedik ya "Doğrudan yanayız" diye... Birilerine ters gelecek illaki. Yapacak bir şey yok. "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" Varsınlar beni de dokuz değil, on köyden kovsunlar. Sevenimiz de olacak sevmeyenimiz de... Kimseye yaranmak değildir niyetimiz... Bir yerden başlamak lazımdı. Başladıkta...

***

Rahmetli usta komedyen Levent Kırca'nın da dediği gibi; "Arada bir dilimiz sürçer ise affola..." diyorum ve yavaş yavaş sadede geliyorum.

***

Öncelikle bu kutsal meslekten bir süre uzak kalmış bir gazeteci kardeşiniz olarak sizlerle yeniden buluşurken, neden uzak kaldığıma da değineceğim elbette. Hikayemin uzunluğu da buradan geliyor zaten...

***

Şimdi hikayeme gelecek olursak; Benim için özel bir anlam ifade ediyor demiştim. Çünkü bu kutsal mesleğe yani gazeteciliğe atılmak için içimde yanan ateş, bir sinema filmi vesilesiyle ilk kez tutuştu ve benim hikayem, o filmin çıktığı yıl olan 2012 yılında başladı. O filmi izledikten sonra, biraz da gençliğin verdiği heyecanla ben de kendi hikayemi yazmaya karar verdim.

***

Şimdi sıkı durun... O filmin adı da "Uzun Hikaye"... Başrolünde Kenan İmirzalıoğlu'nun oynadığı bu filmi bilenler bilir. Film; Daima haktan, adaletten, ve doğrudan yana olan bir adamın gittiği hiçbir kasabada kök salamamasını anlatıyor.  Filmin baş kahramanı Ali; Bir tren yolculuğuyla vardığı her kasabada ailesiyle bir düzen kurmak isterken, her seferinde hikayesi yarım kalıyor. Çünkü her yerde bir düzen ağası var. Çeşmelerin başı hep tutulmuş. Eee bilirsiniz düzene baş kaldıranı da kimse sevmez. Boyun eğmedin mi tekmeyi yersin Alim Allah. Filmimizin baş kahramanı da böyle işte. Kimi yerde bir okul müdürü, kimi yerde bir zabıta, kimi yerde bir savcı... Hep bir düzen ağası çıkar karşısına ve doğru bildiğini her zaman söyleyen Ali'nin başı mutlaka derde girer ve oradan oraya adeta bir yaprak gibi savrulur. Hiçbir yerde dikiş tutturamaz. Ancak inandığı değerler onu hep ayakta tutar. Yıkılmaz kahramanımız Ali... Hayat kavgası dediğimiz hadise, tam da bu işte. Ben de böyle bir dizi talihsizlikler yaşadım anlayacağınız. Bu filmde kendime dair bulduğum pek çok şey oldu. İçimdeki tutkuyu da böyle keşfettim. Çok kapılar aşındırdım ancak bu mesleği icra etmek bana bir türlü kısmet olmadı. Yine de içimdeki ateş hiç sönmedi. Kısmet bugünlereymiş diyelim...

***

Bu arada yanlış anlaşılmasın; Kendimi 'Doğrucu Davut' ilan etmiyorum elbette ama sivri dilimden de çok çektim açıkçası. Varsın olsun... "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" diye öğretilmedi mi bize? Ne yapalım yani susalım mı? Ben haksızlık karşısında susmayı asla kabullenmedim. Kabullenmeyeceğimde...

***

O yüzden şimdi sizlerin huzurundayım ve amacıma ulaşmak için doğru yolda olduğumu düşünüyorum. İnsanı insan yapan şey; tutkularının peşinde koşmasıdır. Benim tutkum da bu meslek işte. Sağolsun 'ustam' dediğim duayen gazeteci Birol Ertemöz, bana bu gazetenin kapılarını ardına kadar açtı. Belki içimdeki heyecanı ilk kez o gördü. "Sende gençliğimi görüyorum. Buyur gazete senin." dedi bana. Sağolsun, varolsun... Ben de böyle kıymetli bir ustanın yoluma tuttuğu ışıkla; Daha iyi yoğrulacağıma, pişeceğime ve siz değerli okurlarımıza layık olacağıma inanıyorum.

***

İşte böyle... Mesleğimden uzak kaldığım süre, hayat kavgası ve koşuşturma ile geçti. "Bir baltaya sap ol" derler ya hani... Hiçbir zaman bunun derdine düşmedim. Aç kalacağımı da bilsem doğruluktan şaşmadım. Bu yüzden mesleğim hariç, sadece mecbur olduğum için yaptığım hiçbir işte dikiş tutturamadım. Ne demişler; "Taş yerinde ağırdır." O yüzden bahsettiğim filmdeki gibi kendi hikayemi yazarken, "Kalem, kelâmın dik duran halidir" sözünü hep kulağıma küpe ettim. Bu mesleği de bu yüzden seçtim sevgili okurlar... Eğilip bükülmektense, kalem gibi dik durmayı, hatta bu uğurda gerekirse aç kalmayı yeğlerim.

***

Doğru olmak, dik durmak demişken; Şunları da söylemeden geçemeyeceğim. Mesleğimden uzak kaldığım süre içinde özellikle yerel basını sıkı takip ettim ve gördüm ki meydan kimlere kalmış... Zamanında bana yol gösteren, bu mesleği sevdiren ve manevi desteğini hiçbir zaman esirgemeyen 'abi' dediğim değerli insanların hakkını yabana atmam elbette. Onların ismini de burada zikretmeme gerek yok. Onlar, kendilerine verdiğim değeri ve beni çok iyi bilirler. Ben de onları iyi bilirim. Onları severim, sayarım. Şimdi söyleyeceklerim onlara değildir. Onlara söz söylemek haddime de değildir. O nedenle onlar, kesinlikle bu sözlerimi üzerlerine alınmasınlar. Bu mesleği layıkıyla icra eden bir avuç insan kalmış zaten. Onlar da kendilerini bilirler.

***

Benim sözlerim kendini ve haddini bilmeyenleredir. Devşirmeyle bir yerlere gelmiş, ne yazıkki birilerinin adamı olmuş kişileredir. Onlar da kendilerini bilirler. Üzülerek gözlemledim ki mesleğimden uzak kaldığım süre zarfında ortaya 'sözde gazeteciler' çıkmış. Asıl mesleklerini bırakıp, bu kutsal mesleğe soyunmuşlar ve ne yazıkki bu mesleği ayaklar altına almışlar. Almaya da devam ediyorlar. Halimiz içler acısı...

***

Onların benim için ne düşündükleri veya ne söyledikleri benim için hiç önemli değil. "Aynesi iştir kişinin lafa bakılmaz"... Gazetecilik kisvesi altında yaptığınız bu iş, gazetecilik değildir. Bunu bilin isterim. Sizlerle aynı yolda yürümüyoruz. Kendinize istediğiniz ünvanı verebilirsiniz. İster gazeteci olun ister haberci... Hiç farketmez. Yazımın başında da dediğim gibi takdir okuyucuların... Onlar da kimin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Kendinizi kandırabilirsiniz, çeşit çeşit maske takabilirsiniz ama okuyucuyu yani toplumu aldatamazsınız. Toplum, eğriyi de bilir doğruyu da...

***

'Gazeteci' size ve sizin gibilere denmez. Buna emin olun. Gazeteci, toplumu doğruya sevk edene ve toplumu yansıtana denir. Gazeteci toplumun aynasıdır. Gerçek gazetecilerin her biri özünde sosyologtur. Bu ünvan, öyle kutsaldır ki okul okumakla da alınmaz. Gazeteci; Gücünü kaleminden, ünvanı okuyucudan alır. Ben de okulluyum ama bununla asla övünmüyorum. Belki uzun yıllara dayanan tecrübem de yok ama en azından yolum doğru. Okul, size diploma verir yani bir nevi ehliyet verir. Ancak ehliyet, herkesi iyi şoför yapmadığı gibi diploma da herkesi 'gazeteci' yapmaz. 

***

Şimdilik hoşçakalın sevgili okurlar. Yeniden buluşmak dileğiyle... Esen kalın...

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER